Gri
Tik tak tik tak tik tak... Alçı üzerine tek kat özgürlüğün rengi olan mavi ile boyanmış, kapının karşısında olan duvarın üzerinde kendi çarkını döndüren, akrebin yelkovanı kovaladığını belirtircesine çıkardığı "tik tak" sesiyle adeta "ben buradayım" diyen basit bir zaman göstergesi olan saatten gelmekteydi bu ses. Artık bu sesi bile duymamaktaydım. Ne de olsa yıllardır bana zamanın aktığını aynalar kadar acımasızca olmasa da hatırlatan bu saate alışmanın getirisiyle geri planda kalıyor, belli bir zamandan sonra duymamaya başlıyordun. İnsanların bana yaptığını ben yalnızca bir saate yapmaktaydım. Benim acı feryatlarımı kulak arkası yapıp alışan insanlarken benim bunu bir saate yapmamın etkisinden dahi bahsedilemezdi.
Aklıma dolan düşüncelerle yavaş hareketler eşliğinde oturduğum yer döşeğinden kalkarak yapmakta olduğum yazma oyasını yanımda bulunan, çeyizim olarak annemden bana tek hatıra olan, bir ayağını kağıtla bükerek destekleyip dengede tutmaya çalıştığım sandığın üzerine bırakıp ardından da yorulmuş gözlerimin puslu görüşüyle ellerime baktım. Tığ darbelerine alışarak yer yer nasırlaşan parmak uçlarımın bir zamanlar, daha koparılmadan önce okul sıralarından, kitapların o hayal dünyasına açılan sayfalarının üstünden geçerken bıraktığı duygularla şen zamanlar yaşadığımı anımsadım. Şimdi elime alsam bir kitap yine hissedebilir miydim bir zamanlar hissettiklerimi? Aklıma doluşan anıları zihnimin karanlıklarına hapsettim tekrardan. Ortaya çıkarsa geçmiş, içimdeki küçük kızı nasıl durdurabilirdim? Bilmekteyim ki, durmayacağı zaman pek yakın. Sızlayan parmak uçlarımın üzerinde daha fazla durmayarak mutfağa doğru ilerledim. İçimi derin bir hüzün ve karamsarlık kaplamıştı. Olacak daha ne kadar kötülük kalmıştı ki de başıma gelecekti? Daha fazla canım yanabilir miydi yahut beni daha ne kadar görmezden gelebilirlerdi? Bunca sorunun ardından cevap gelmezken sorgum da devam ediyordu. Sorgulanan bunca sözden sonra dönüp baktığımda acı gerçekle karşı karşıya kalıyordum. İnsanlar birbirlerinin kusurlarını, yanlışlarını adları kadar iyi bilirken ve söyleyebiliyorken aslında onlar da artlarından konuştukları kişilerden farklı değildi. Koca siyah-beyaz olan bu karmaşanın içinde kendisini farklı farklı yapmak amacıyla renklere boyanan insanların arasında kaybolmaktayım. Siyah tek başına dik duruşundan ödün vermezken, beyazın her renkle girdiği ahenkli dansta tökezleyen griyim ben. Ne kendini renkten renge sokanların tercihi ne de beyaz süslerken bir genç kızın hayalini, siyah asaleti ile sertliğini yansıtırken onlarla idim. Gri araftı. Ben arafım. Kesin hükümler ile iyiye veyahut kötüye ait olamayanların varlıklarının olduğu yerdeyim. Kendime iyi diyebilecek kadar iyi olmayan düşüncelerin sahibi ve kendimi kötülüğe atacak kadar merhametsiz değildim. Bir zamanlar değildim. Belki de araftan çıkma vakti gelmiştir. Sahi yemek yapmam gerekirken şimdi aklıma dolananları kaleme alma vakti miydi? Ben bu satırları yalnızca bir kalemin kağıda yaptığı darbelerle değil gözyaşlarımla ve de bir zamanlar bir annenin uzun zaman önce cennet kokusu dediği kokumun şimdi üzerine sinen kara bulutların kokusuyla işliyorum bu kağıda. Kokumu alanlar ona anber mi der yoksa akas mı derler? Ben kokumda ocakta tüten yemeğin iştah kabartıcı kokusunu taşıyorum. Ben kan kokuyorum, bir gece hayatına gasp edilmiş genç kızın kanının kokusuna büründüm. Ben bir tek sevgili kokmuyorum. Sevdası olamadım bir ademoğlunun. Benim sevdam ise benden çalındı. Ellerimden bırakmak istemediğim kalemimi söküp attılar. Hayatın da cilvesi bu olacak ki seneler sonra onunla tekrar buluştuk. Bunu ilahi bir mesaj olarak algılıyorum çünkü tutkum benden alındığında benim için cehennem başladı. Şimdi kavuşmuştuk, arafı yaşarken bulunduğum anda, yolun sonunda cennetin beni beklemesini temenni ediyorum. Ah sevgili Dante, sana eşlik eden Beatrice'in varken benim bu yolları bata çıka tek yürümem bana kaderin cilvesi olmalı. Hayat işte benden belki de almam gereken dersleri almamı bekliyordur çünkü anladım ki bu hayat neden benim ya da bunlar benim başıma neden geliyor demekten eğer yola çıkmayıp hayıflanırsa insan daha da kötü oluyor her şey. Her gün bir önceki günün tekrarı ve de sonraki günün ön gösterimi oldu. Yanaklarım duyduğum güzel sözlerin yahut sevdiğimden aldığım o gizli öpücüğün verdiği tatlı kızarık yerine yediğim tokadın etkisiyle kızarmışken geride bırakıyorum her şeyi.
Zihnimin derinleri sözlerime sığınırken, fiziki halimin gidecek bir yurdu yok aldığı yaralarla. Anladım ki olmasına gerek de yok. Bu karanlığı geride bırakıp gidiyorum, kendime yurt olmaya. İçime çektiğim her nefesin bana umut olduğunu ve güçlü kıldığını hissediyorum. Neden bu zamana kadar bekledim bilmiyorum ama artık geçmişe hayıflanmayı kenara bırakarak yeni ufuklara yelken açma vakti. Tüm bu geçmişe bir vedayı bile çok görerek sadece kapıyı kapattım. Kapının o ağır metale temasıyla, hafif bir çıtırtı duydum ardından o son kilit sesi işledi içime. Her gidişinde geri döneceğini bildiğin yerden bir daha dönmeyecek olmanın verdiği düşüncelerle çıktım. Derin bir nefes alıp yürümeye başladım.

Yorumlar
Yorum Gönder